2003-2004 öğretim yılı... İstiklal Caddesi, köşelerinde yeşeren ağaçlarıyla sadece şehrin değil, aynı zamanda benim de içinde olduğum kuşağın umutlarını yeşertiyordu. Bu ağaçlar, şehrin kültürel damarlarında akan hayatın bir metaforu gibiydi.
O yıllarda İstanbul, sadece biz gençler için değil, uluslararası sanatçılar, akademisyenler ve entelektüeller için de gitgide bir cazibe merkezi olmaya başlamıştı. Şehirdeki çeşitlilik, sanatsal derinlik ve sonradan ağzımıza çalınan bir parmak bal olduğunu anlayacağımız artan özgür düşünce ortamı, dünyanın dört bir yanından insanları buraya çekiyordu. Benim için ise bu atmosfer, düşünce dünyamın genişlediği, kendimi bulduğum bir dönemin başlangıcıydı. Özellikle Bahçeşehir Üniversitesi’nde aldığım "Principles of Communication and Media" derslerinden birinde hayatımda iz bırakan bir olay yaşandı. Dersin hocası Prof. Dr. Christian Christensen… Onun şahane müfredatından anfinin ortalarına doğru yükselen "Kâinatın tüm seslerine ve renklerine Açık Radyo!" Peki bu da neydi? Medya sistemleri kâr amacıyla işleyen sistemlerdir. Nihai amaç, medya patronları ve yatırımcılarının para kazanmasıdır. Dolayısıyla yayılan mesajlar ve içerik (haber, müzik, sanat, bilgi) kazancı tehdit etmeyecek kadar özgür ve çeşitli olabilir ancak. Açık Radyo, kâr amacı gütmeyen, gönüllülük ve bağış esasına dayalı bir medya sistemi olarak eşsiz bir bilgi, kültür ve sanat kaynağıydı. Bir iletişim fakültesi dersine konu olan Açık Radyo:
13 Kasım 1995 tarihinde İstanbul iline ve çevresine yayın yapmak amacıyla açılmış olan bölgesel, bağımsız ve kâr amacı gütmeyen radyo istasyonuydu.
Programlarının %99’unu gönüllülerin hazırlayıp sunduğu bir topluluk radyosuydu. Türkiye’de iklim değişikliği konusunu kamuoyu gündemine getiren bir medya kuruluşuydu. Türkiye’de ve uluslararası alanda 60 ödüle layık görülmüştür.
Açık Radyo, kendisini "popüler olmayan, sanat kaygısı taşıyan, farklı görüşlerin yer aldığı bir platform" olarak tanımlardı. Kurulduğu tarihten bu yana sloganı "Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo" şeklindeydi.
Açık Radyo’daki programların yaklaşık üçte birini oluşturan sözel programlar iklim değişikliği, ekoloji, sosyoloji, edebiyat, insan dışı türler, arı, tarım, kentsel dönüşüm, mimarlık, kadın ve çocuk gibi konulara odaklanırdı.
Tam 20 yıl... O şahane sesler, laubalilikten uzak, özendiğim güçlü hitabetleriyle gönüllü Açık Radyo programcıları bilincimi adeta büyüttü, dünyamı geliştirdi ve genişletti. Yıllar içinde elimden geldiğince farklı programlara sponsor olmaya çalıştım. Açık Radyo program destekçisi olmak, hayatının her dönemini dar bütçeyle geçirmiş biri olarak çok gururlandığım bir eylemdi ve yakınlarıma programı ve ismim anonsunu dinlemeleri için hep haber verirdim. Kimse de ilgilenmezdi...
"Bu müzik grubunu da nereden keşfettin? Bu müzikleri nereden buluyorsun?" gibi sorulara cevabım genelde Açık Radyo olur. Programcıların engin hayat görüşleri, tecrübeleri, araştırmaları ve ciddiyetle hazırladıkları programlarda kendi paralel Türkiye evrenimi yarattım hep. Onları kulaklıkları ve mikrofonlarıyla eski bir İstanbul semtinin yüksek tavanlı, kitap ve plak dolu kuytu apartman dairelerinden konuşurken hayal ettim. Çok güzel bir evrendi o. Zaten hep bir hayalperest oldum; Açık Radyo yayımladığı muhteşem sesle bana kendi hayali resmimi istediğim gibi çizmek için enfes bir tuval sundu. Çocukluğumun en sevdiğim programı bir çizgi film değildi benim. Seynan Levent’in büyüleyici sesinden yayılan, delicesine özlediğim, beni her akşam maruz bıraktığı için anneme minnettar olduğum efsanevi TRT programı Akşama Doğru olmuştur benim çocukluğumun televizyon programı. Açık Radyo’dan yayılan seslerle bu özlemi de giderirdim.
Akşama Doğru geçmiş asırda kaldı.
İstiklal’deki ağaçlar söküldü, yerine beton taşlar döşendi.
Profesör Christensen İstanbul’u terk edeli çok oldu.
Açık Radyo kapatıldı!
Benliğimin 20 yılı öldü.
Ağlayanım, yas tutanım çok! Bir avuç da olsa Açık Radyo dinleyenlerinin başka bir alternatifi yok!
Yorumlar