top of page
Yazarın fotoğrafıIpek

Türk Edebiyatinin Lirik Prensesi, En Büyük Kazancı ve Kaybı: Tezer Özlü.

Güncelleme tarihi: 8 Oca

Tezer Özlü
Tezer Özlü (Simav/Kütahya, 1943 - Zürih 1986)

Kahramanımızı, değerli ve biricik dostum Göktan Abacı'nın yadsınamayacak bir katkıda bulunduğum zengin kütüphanesi için Türkiye'den Almanya'ya dönüşte verdiği kitap siparişlerinden birinde tanıdım. Valizimde hayatımı değiştirecek kurşun gibi binlerce kelime taşıdığımı bilmeden.


Tezer Özlü, Türk edebiyatının lirik prensesi. Bu hayata sığamamış, sevgi dolu, dertli, heyecanlı, öfkeli, kırgın, özlem dolu, yorgun, kalıplara sığamayan, "huzursuz" ruhlu bir Türkiye entelektüeli. Bir dünya insanı. Dünyamız adım attığımız; içselleştirdiğimiz dillerle büyüyor. Tezer Özlü'yü kendi dilinden okuyabilmek, onunla aynı ana dili paylaşmak ne büyük bir ayrıcalık. Gerçi Özlü'nün bu konuda da akışkan ve engin bir dünyası var. Duygularını şöyle kaleme almış lirik prenses:


"... Okumayı dört yılda sökebildim. Söker sökmez Capote'yi, Steinbeck'i okudum. O zamanlar batı, Yakındoğu ve Asya gibi coğrafi ayrımları hiç mi hiç bilmiyordum. Üçüncü dünyayı da bilmiyordum. O zamanlar üçüncü dünya kavramı belki de daha oluşmamıştı. Ama Steinbeck'i taşrada, on yaşımda bulduğuma göre, nasılsa diğer yazarları da bulacaktım. Ama kanımca yazı yazmak coşku, hafif melankoli, taşkınlık gibi psikolojik bir semptomdur. İnsan yazarlık hastalığını -az da yazsa- sürekli olarak içinde taşır. Ben, bu hastalığa ancak dayanamayacak hale gelince, neredeyse psikoza girecek duruma geldiğimde yazabilen bir hastayım. Batı kültürünün düşüncelerimi ne denli etkilediği konusuna gelince: Dünya edebiyatını Almanca okuyorum. Bu nedenle edebiyat ufkum çok geniş oluyor. Türkçeye çevrilmemiş birçok yazar Almancaya güzel çevirilerle çevrilmiş. Bunları hazır bulabiliyorum. Bunun yanısıra tabi ki okuduklarımdan etkileniyorum. Ama düşüncelerimi ve beni biçimlendiren olgu, yalnız tek başına batı, batı edebiyatı, batı felsefesi, batı düşüncesi olamaz. Çünkü ben 38 yaşındayım ve 38 yıldır Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyorum. Zaman zaman iki dilde düşündüğüm oluyor. Çünkü Almancayı çok iyi öğretmişler bana. Rahibe disiplini ile. Bazan Almanca düşüncelerimi aynı güçte Türkçe söyleyebiliyor muyum diye, kafamda kendi kendimi sınıyorum. Çünkü benim için en önemli dil Türkçedir. Çevirdim mi, demek Türkçeden hiç uzaklaşmadım diye mutlu oluyorum. Çok öfkelendiğim zaman Almanca homurdandığım oluyor. İki dil bilmekten kaynaklanan, sığınacak bir dünya aramanın alışkanlığı mı?..." (Yeryüzüne Dayanabilmek Için, YKY 2014)

Tezer Özlü zaman zaman aktardığı duygularla beni kendime o kadar yaklaştırıyor ki, endişeye kapılıyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor. Bunun nedenini bilmiyorum. Bunu tanımlayamam çünkü ben bir Tezer Özlü değilim. Bu nedenle sizi ancak yapacağım bir alıntıyla, satırlar arasında donup kalmış olan bir zamana taşıyabilirim:


..."Aslında batıyı, kuzeyi, güneyi, kuzeybatıyı ve geçmiş bütün zamanları, burada, Akdeniz duyarlılığı içinde ve bir üçüncü dünya ülkesinde yaşamak mutluluğuna ermiş, otuz yıllık yaşamlarına bir asrın olayları sığdırılmış ender mutlu insanlardan biri sayıyorum kendimi. Her olaydan ve sıkıntılardan çok şey öğrenileceğine inanıyorum. Hani bir İsviçre dağ köyünde, Italya'ya bile inmemiş, öyle havaya, göle, ineklere ve çayırlara bakarak yaşayan insanlar tanıdım. Ben, bu tür bir yaşamı mutluluk saymıyorum. Beni etkileyen, yaşadığım ülkenin ve batı ile bağların oluşturduğu ikilik'tir. Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (Ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemensıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. Çok sevdiğim üç yazarın, üç cümlesini -benim neden yazdığımı çok iyi anlattığı için- edebiyat yaratıcılığının kıpırdanışlarını çok iyi yansıttıkları için burada vurgulayacağım:"

"Hiçbir zaman sakin olamamak, sanırım benim kaderim." Italo Svevo (Zeno'nun Bilinci romanından)


"İnsanın konuşmak için konuşmadığını böylece öğrendim, ´bunu yaptım', 'şunu yaptım', ʼyedim, içtim'

demek için konuşmadığını, aksine kendi yaşam görüşünü geliştirmek, bu dünyada neler olup bittiğini

kavramak için konuştuğunu." Cesare Pavese (Yeni Ay romanından)


"İşte gidiyor, felaketlerin anası, koşuyor ve tüm dünyayı kendisiyle birlikte eve götürmeye çalışıyor... Ne garip, insan keşfetmeyegörsün, nasıl da tüm dünyaya sahip olabiliyor." Djuna Barnes (Gecenin Uzantısı romanından).


Bir cümle de ben eklemek istiyorum:"Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için yazıyorum".


 

Bazen nabzımı artıran, çok yaklaştığım ve beni ben yapan duyguların bana karşı ok olarak kullanıldığını hatırlayıp, kalbimin daha da hızlı çarpmasına sebep oluyorum. Sonra kendime daha da yaklaşıp, zavallılığımdan sıyrılıp, yaşamımı kendi egemenliğim altına almaya çalışıyorum. Kabul gören bir halk olmadan ilan ettiğim egemenliğin neye yarayacağını bilmeden. Sonra neyse ki annem var diyorum. Yeniden sevmek istiyorum dediğimde "Sen kendini seviyor musun ki?" dedi bilge insan. Sürekli bunu düşünüyorum. "Henüz aşka dönüştüremediğim sevgisizlikler var" itirafında bulunamıyorum. Hiç değilse kendim farkındayım, bunu dert ediniyorum. Çünkü doğrular ne denli aykırı olsalar da, onlara yan çizdiğin an yok olma başlar.


Sınırları tanıyan, benimseyen, bu sınırlara uyum gösteren hiç bir insan, karşı çıkmanın sonundaki bireysel bağımsızlığa erişemeyecek. Hem karşı çıkıp, hem de sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından sıyrılamayacak. Huzursuzluk duyacak ve ne yaşamdan hoşnut olacak ne de rahatlıkla ölebilecek. Yaşlandıkça ölüm korkusu büyüyecek. Başkalarının yanında kendini güçlü göstermeye yeltense de, yalnız kaldığında, hiç değilse kendi kendine yalan söylediğinin bilincine varacak. Bu bilince varsa, o bile bir adım. Birçoğu yalanı gerçek gibi algılayacak kadar sıyrılmış kişisel özgürlükten. Oysa insan, hem yaşamı, bize sunulan en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. Yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu. Gelişigüzel geçip gidilecek bir olgu değil insan varoluşu. Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırışacak bir HER ŞEY. Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, gene gitmek, gene gelmek, hiç bir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı GİTMEK olarak algılıyorum. — Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk, 1993.

Kopuşlar, haksızlıkların ardından gelen kusurluluklarla başlıyor. Çok yakın arkadaşı Leyla Erbil'e yazdığı mektupların derlendiği "Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar" kitabının Leyla Erbil'in gözüyle Tezer Özlü bölümünde ondan şöyle bahsediyor:


Tezer Özlü'yü anlamak için, stadyumlardan ve ekranlardan fışkıran "En büyük türkiyah! başka büyük yok!" inlemelerinin dışında bir yerlerden de ülkeyi seyretmek gerekiyor. Türkiye, aslında âşığı olduğu bu topraklar acılarına acı katmıştır Tezer'in. Din kökenli ilkellik, resmî ideolojinin sarmalında özgür aklı boğmuştur bu ülkede. Buyurgan, yasakçı, ataerkil toplumun yatışmak bilmez gizli şiddeti, sadece on yılda bir sıkıyönetim dönemlerinde değil, sivil yönetimlerde de insan ilişkilerinin tüm alanlarını kaplamış, yurttaşların tümünü hasta etmiş,. cehenneme çevirmiştir yaşamı. Hele Tezer gibi kozmopolit kültür sahibi insanlarınkini.

1 Mayıs 1977 - Kendimi bildim bileli örgütlerimin katıldığı bütün özgürlükçü eylemlere katılırım. O gün de "Türkiye Yazarlar Sendikası" saflarındayım. Görkemli bir işçi bayramı kutlaması sona ermek üzere. Sıra Kemal Türkler'in konuşmasına gelmiş. Güler Yücel'le saflarımızı bırakıp Café Bulvar'a giriyoruz. Orada başka arkadaşlar da var. Anımsadığım kadarıyla, Mustafa Kemal ve Tektaş Ağaoğlu, Kıvanç Ertop, Ela Güntekin, Ergin Ertem, Önay ve Gülbün Sözer, Tezer Özlü de. Bir anda silahlar patlıyor, bir karışıklık Toz duman içinde bir savaş alanının ortasında buluyoruz kendidan peş peşe yükselen makineli tüfekler, panzerler, sirenler… İşçi sınıfının, solun yükselişinin kırk ölü, yüzlerce yaralıyla durdurulduğu gün. Bizim bulunduğumuz bu alanlardan yükselen seslerle, futbol sahalarından, camilerden ve ekranlardan yükselen sesler hiçbir vakit örtüşemiyor. O gece sabaha kadar uyanık Tezer. Sabaha kadar kapıları, camları, halıları siliyor, çatal bıçakları ovup parlatıyor. Devletin üzerine sıçrattığı kanı yuğup arıtmak istiyor. Sabah görüştüğümüzde bir kez daha bu ülkeyi terk edeceğine yemin ediyor. Mücadeleyi sürdürme lafları ediyorum ben, o ise, "burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu!" diyerek sürekli yineliyor... Hâlâ da öyle değil mi? Ben, Tezer Özlü'nün sıkıntılarının, büyük ölçüde, kışkırtılan bu toplumsal şiddetten, korkudan kaynaklandığına inananlardanım. Burada Baudelaire için söyleneni anımsıyorum, "Baudelaire'i çıldırtan Fransız emperyalizmiydi..." Böyle bir Türkiye'de genç bir Türk kadın yazarın (artık "kadın yazar" sözcüğünü kullanmam gerekiyor, çünkü erkek yazar olsaydı doksanında bile olsa on yaşındaki bir kız çocuğuyla evlenmesine ses edilmezdi?) kendinden yaşça ufak bir yabancı erkekle evlenmesine yetkililer bir türlü izin vermiyor! Engeller çıkarılıyor; sorgular sualler, nedenler, nasıllar, ertelemeler… Tam iki yıl! İki yıl sonra pes ediyor Tezer, Zürih'e yerleşiyor. 2 Nisan 1984'te birkaç yılcık bile olsa, sevecenliği ve aşkı bir arada bulduğunu söylediği Hans Peter'le evleniyorlar. İsviçre, neden kendinden yaşça büyük bir Türk kadınla evlendiğinin hesabını sormuyor Hans Peter'e... (Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar, 1995.)


Tezer Özlü, Simav'da doğdu. Çocukluğu anne babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve Gerede'de geçti. İstanbul'a 10 yaşındayken geldi. Avusturya Kız Lisesi'ne gitti; ancak mezun olmadı. 1961'de yurt dışına çıktı. 1962 - 1963 yıllarında otostopla Avrupa'yı gezdi. Paris'te tanıştığı tiyatrocu ve yazar Güner Sümer'le 1964 yılında evlendi. Birlikte Ankara'ya yerleştiler. Sümer'in AST'ta çalıştığı bu dönemde Özlü, Almanca çevirmenlik yaptı. AST'ta 1963-64 sezonunda Sümer'in yönettiği Brendan Behan'ın Gizli Ordu oyununda oynadı. Sümer'den ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 - 1972 yılları arasında İstanbul'da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında yazdı. 1968 yılında yönetmen Erden Kıral'la evlendi. Bu evlilikten 1973'te kızı Deniz doğdu. Bir burs alarak 1981'de Berlin'e gitti. Bu arada Kıral'dan ayrıldı. Kanada'da yaşayan İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile tanıştı ve 1984'te Marti'yle evlenerek Zürih'e yerleşti. Meme kanseri nedeniyle 18 Şubat 1986'da burada öldü. Mezarı Aşiyan Mezarlığı'ndadır. Özlü, eski eşi Erden Kıral'ın Yol filminin çekimi döneminde yaşananları anlattığı filmi Yolda'da Yelda Reynaud tarafından canlandırıldı.


Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e MektuplarTezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar
Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar


1.102 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

4 Comments


Hüzünlü prensese dair okuması hoş bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık

Like
Ipek
Ipek
Jan 08
Replying to

Begenmenize ve zahmet edip gorusunuzu paylasmaniza cok sevindim. Cok degerli okuyucu yorumlari...

Like

gokhanboydag
Dec 28, 2023

Tezer Özlü hakkında yazman ne kadar güzel. Tezer Özlü Türk edebiyatı'nın Sartre'ı resmen. Benim için varoluşçuluk edebiyatındaki en büyük isimlerden biri. Her kitabı Sartre'ın Bulantı eserindeki Roquentin'i hatırlatıyor. Senin yaşadığın heyecanı ben de hem Yeryüzüne Dayanabilmek İçin hem de Yaşamın Ucuna Yolculuk kitaplarını okurken deneyimlemiştim. Dünya edebiyatında okurken bu kadar heyecanlandığım, her kelimesini kendim yazmışım gibi okuduğum nadir kitaplardan. Senin de yazdığın gibi Tezer Özlü edebiyattaki en büyük kazanç ve kayıplardan. Italo Svevo'nun Zeno'nun Bilinci eserinden alıntı yapmana da sevindim. O da çok güzel bir okuma.

Like
Ipek
Ipek
Jan 08
Replying to

Cok tesekkurler Gokhancim. Var olus sorunlari ona sunulan dunyanin disina cikabilmis insanlarin ortak kaygisi saniyorum.

Like
bottom of page